SAVAŞ

Bir şeyleri toparlayayım diyorum. İçimdeki bir şeyleri; kırık parçalarımı bir araya getirsem, yapıştırsam, yeni bir ben olur muyum acaba?
İçten içe ta derinlere, okyanusların altına yerkürenin neredeyse magmaya en yakın yerlerine gönderdiğim, ittiğim, gömdüğüm tüm nefretlerimi çıkarsam dışarı ne olurdu diye merak etmiyor değilim. Depremler, tsunamiler, fırtınalar olur muydu dünya üzerinde yada sadece nefret ettiklerimi içine alan doğal afetler? Onlardan başka kimseye bir şey olmayacak mesela; fena olmazdı. Gerçi nefret benim gibi bir yufka için oldukça sert ve keskin bir duygu ifadesidir. Hatta 'nefret' diye bir duygu olmamalı dünya üzerinde fakat bunun gerçek olması mümkün değil maalesef.
Neyse, kırık parçaları yapıştırmak demiştim ki bu artık oldukça olanaksız. Zaten o parçaları dağıldıkları yerlerden gidip teker teker toplamak bile ömür törpüsü olurdu. Yeni sızılar, geri dönüşler, keşkelerle birlikte sürdürülen bir yolculukta, amaç parçaları birleştirmek iken, yeni bir sızısal hikaye yazıla gelmesi çok daha olağan olur tabi.
Bunun yerine unutmayı seçiyor işte kendini kendinden bile korumak için programlanmış ve bunun için sonuna kadar savaşacak olan büyük savaşçı 'ben'! Benlik! Korumak için bizi kendi gerçeğimizden uzaklaştırırken; her an 'mutlu ve aptal' bir sözde sağlıklı bir ben yaratmaya çalışırken bizde bu kargaşada biraz başkalarından biraz kendimizden nefret ederek ve çoğunlukla unutarak günümüzü dolduruyoruz.
Sığ sularda yüzmenin ve ayağımızın yere değiyor olmasının verdiği güvenin, o her bir hücremizi saran yumuşaklığına sığınıp rahatımıza bakıyoruz. Belki yada bazen de olsa rahat etmek hakkımızdır elbet ama sorgulayan öz hiç olmadık anlarda şu meşhur 'rahat mı battı' sözünü telaffuz ettiriyor insanın en yakınındakilere bile. 'Bak her şey yolunda.'! Ne kadar da anlatsan çoğumuzun ruhu 1+0 evler gibi; hemen girip çıkmalık. Anlaşılamıyorsun. Oysa ruhu evrene bakan insanlar lazım bence dünyaya.
Tembellik; yapışkan kocaman bir canavar. Öyle bir yapışıyor ki hatta içine, hücrelerine işliyor, yönetiyor, kıpırdatmıyor. Öyle bakıyorsun aynaya, eşyaya, hayata, kendine. Ne aradığın belli değil hatta kaybettiğin bir şeyler var mı farkında bile değilsin. Rahatın bozulmasın yeter!
Ne kadar karışıyor kalbim, ne kadar karışıyor içim anlatamam. İçimde tatlı, minik bir tomurcuğu büyütürken bu kargaşa da neyin nesi! 'Rahat mı battı sana kuzum'! Bu sorgulamalar, bu yanılsamalar, keşfetmeye dair açlığın da nereden çıktı şimdi? Yada 'aklın neredeydi?'demezler mi! Hah! İşte büyük bir handikap daha; 'ne derler' handikapı. Tembellik canavarı ve 'ne derler' canavarının hipnotize edip etkisi altına aldığı tüm 'yazıklar' gibi olmaktan ölesiye korkmak ve öyle olmaya nasıl olduğunu bile anlamadan bir hayli yaklaşmış olmak arasında verilen her yanı kanlı iç savaş, beni ölesiye yoruyor.
Yoruyor çünkü benim savaşlarım en az on yıldan başlıyor!
Elif Oğuz Şekerci Kasım 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EN SEVDİĞİNİ ACITIRMIŞ İNSAN

MİNİĞİM